24 Ağustos 2013

Bakış açısı dengesi: Optimist-Pesimist- Realist


 

Öncelikle ifade etmeliyim ki burada bu kavramların felsefi boyutuyla ilgilenmeyeceğim. Üzerinde yıllarca kafa yorulmuş, yüzlerce kitap yazılmış, dünyaca ünlü felsefeciler tarafından savunulmuş ya da yerilmiş kavramlardır. Ben burada şu anki yaşananlar ışığında kendi düşüncelerimi ifade etmeye çalışacağım. 
 



 
Kısaca belirtecek olursak; optimizm ya da optimist, iyimser anlamında kullanılıyor. Hayata olumlu bakan, halk arasında pollyanna olarak isimlendirilen düşünce biçimidir. Pesimizm bunun tam tersi kötümserlik anlamında kullanılıyor. Realizm ise hep gerçekçi düşünerek hayatını yaşamak ve bu ikisi arasında dengeyi bulmak olarak ‘kabaca’ tanımlanabilir.



Şu anda 2013 yılındayız ve gözümü kapatıp hem kendi hayatımı düşündüğümde, hem de tüm dünyayı hayal ettiğimde kötümser düşünmemek elde değil. Dünya oluştuğundan bu yana devam eden güç ve para hırsı, kendi düşüncesini başkasına kabul ettirme çabası, insanları para ya da hayatları karşılığında köleleştirme, hep daha fazlasını isterken öldürme, yakma, yıkma, zarar verme, kendinden başkasını asla düşünmeme, işleri iyi gittiği sürece dost olup en ufak çıkar çatışmasında düşman olma… vs uzayıp giden bir liste var benim beynimde. Her gün ülkemizde ve dünyanın dört bir yanında ölen çocuklar, anneler, babalar kafamıza kazınmış ve bu konuda da duyarsızlaşmış durumdayız. 

Aslında kendimi bildim bileli olumlu düşünmeyle gerçekçi olma arasında bir dengede olmuşumdur. Olumsuz düşündüğümü çok hatırlamıyorum. Her zaman bir şeyler başarma isteği ve yapabilme inancı olmuştur. Lakin artık kendimi sorgulayacak kadar şey gördüm sanırım.

Düşündükçe sorguluyor insan her şeyi. Neden varolduğunu, amacını, dünyada olup bitenleri, özgürlüğü, aşkı… Ve şu soruları soruyorum kendime:

·         Ne için ve ne kadar mantıklı yaşıyoruz?

·         Ne kadar özgürüz?

·         Aşk, sevgi, mutluluk kavramlarını ne kadar saflıkta yaşayabiliyoruz?

Sonuç olarak modern köleler olduğumuza karar veriyorum. Birilerinin hayatları için çalışıyoruz aslında. Bu arada ne kadar kendimiz olabiliyoruz bilmiyorum.

Peki iyi şeyler olmuyor mu ya da olmayacak mı? Her şeye rağmen Türkiye olarak ‘gecikmiş’ bir gelişme çağına yelken açacağımıza inanıyorum. Şu ana kadar yapamadıklarımızı yapabilecek potansiyele sahibiz bence. Benim için önemli olan Bilim alanında ki gelişmeler. Tek handikapımız özgürlüklerimizin kısıtlanması olabilir. Çünkü son dönemlerde görüyoruz ki yönetimde ki insanlar tek tip insan modeli istiyor ve bu herkesi rahatsız ediyor. Herkes düşüncesine uygun yazıp, çizip, konuşup, yaşayabilirse çok büyük atılımlar yapabiliriz.

Tüm dünyada yaşanan bu savaşların biteceğini düşünmüyorum ama kendimize bakan yönüyle kendi ütopyamda hayal ettiklerim şunlar:

İnsanların birbirlerine karşı anlayışlı, hoşgörülü olması 1. Şart bence.

Yaptığımız işlerde bir şeyler başarmaya odaklı yaşamak.

Medeni davranmak. Hakaret etmemek. Düşmanca tavır takınmamak.



Mesele; Geçmişi ve dünyayı değerlendirmek ama kötümser olmamak, tüm yukarda saydıklarımı yapabileceğimizi düşünüp iyimser olmak, yapmazsak hiçbir zaman ilerleyemeyeceğimizi bilecek kadar gerçekçi olmak…

16 Ağustos 2013

Süper Lig Yeni Sezon Tahminleri



Evrensel Dil: Futbol

Futbol, kimilerine göre insanları uyutan ve gerçek dünyadan uzaklaştıran bir araç, kimilerine göreyse eski yüzyıllarda arenalarda halkı şevke getirmek için yapılan müsabakaların yerini almış ilkel bir spor olarak görülse de, benim düşüncem ‘Futbol asla sadece futbol değildir.’ Bunu düşünmemin nedeni dünya üzerinde büyük bir etki yaratması, ülkelerin birbirlerine üstünlük kurmaya çalıştığı bir arena olmasıdır.
Türkiye olarak futbolda da kulüpler ve milli takım bazında ‘gelişmekte olan ülkeler’ kategorisindeyiz. Bazı bireysel başarılar olsa da bunları sürekli kılmaktan uzak bir görüntü çiziyoruz. Bana göre her yıl en az 2 takımın Avrupa arenasında boy göstermesi, milli takım olarak da tüm büyük turnuvalara katılabilmeliyiz.




Spor Toto Süper Lig

Tüm bunlardan sonra gelelim 2013-2014 sezonu düşüncelerime:  Bugün başlayacak olan sezon bana göre geçen yıl ki gibi Galatasaray ve Fenerbahçe hegemonyasında geçmeyecek.  Özellikle teknik direktör seçimi ve akılcı transferleriyle Beşiktaş eski günlerine yakışır bir görüntü çizecektir. Çünkü hırslı yapısıyla ülkemize uyumlu Slaven Bilic başarıya giden yolda ilk adımdı bence. 

Fenerbahçe tabi ki tartışmasız en büyük favorilerden. Özellikle defans hattında ki zenginliği, orta saha derinliği ve zaten iyi olan forvet hattına Emenike transferiyle çıtayı yükseltmiş durumda. Alper Potuk ve Emmanuel Emenike’nin nasıl bir sezon geçireceğini merak ediyorum.

Taraftarı olduğum Galatasaray zaten son 2 yıldır şampiyon olarak bizi mutlu ediyor. Bu yıl da 4. Yıldızı takmak için mücadele edecektir. Nispeten oturmuş bir kadro ve kaliteli bir teknik ekibe sahip. Benim tahminim ne yazık ki hala savunmanın yetersiz oluşu ve takıma gerekli takviyelerin yapılmaması. Stoper, sol bek ve orta sahada hücuma yönelik kanat oyuncusu alınmaması sıkıntı yaratacaktır. Şampiyonluk konusunda bu sene rahat olamayacaklardır. 

Diğer Takımlar

Bosingwa ve Malouda transferleri Trabzonspor’a iyi bir hava katabilir. Geçen yıla göre daha iyi bir sezon geçireceklerine eminim.  Yine ülkemizi çok iyi bilen Daum ve tecrübeli transferleri Frey, Taiwo, Tagoe gibi transferleriyle Bursaspor iddialı bir sezon geçirecektir. 

Son Söz

Şampiyonluk adayıma gelince: Fenerbahçe. Objektif bakacak olursak kadro derinliği ve futbolcu kalitesi olarak Fener’i bir adım önde görüyorum. Geri kalan günlerde eksik yerlere transfer yapmazsa Cimbom bu sene şampiyon olması zor. Sürpriz adayımsa Beşiktaş. Kim bilir Bilic takımını şampiyonluğa taşıyabilir. Bizim için en önemlisi, kaliteli futbol, bol ve güzel goller, çekişmeli derbiler olması. Bize heyecanlı bir yıl geçirteceğini düşündüğüm tüm takımlara başarılar diliyorum.



14 Ağustos 2013

Rosalind Franklin



Tıp fakültesi okuyan herkes DNA'nın yapısının 1953 yılında James Watson ve Francis Crick ikilisi tarafından ortaya konulduğunu duymuştur. Peki bu Nobel ödülü getiren çok önemli keşfin perde arkasında başka neler yaşanmıştı ?

Watson ve Crick
1950'lerde birçok bilim adamı DNA'nın yapısını çözmek için çalışma içindeydiler.Göze çarpan 2 önemli grup vardı. Bunlardan birisi Cambridge Üniversitesi'nden 23 yaşındaki Amerikalı James Watson ve 35 yaşındaki Francis Crick ikilisiydi. Bu ikili biyokimyacı değillerdi. Birtakım fikirlere sahip olsalarda tam olarak yapıyı ortaya koyamıyorlardı. 

Rosalind Franklin





Diğer ikiliyse İngiltere'nin en eski ve prestijli okullarından King's College' da çalışan Maurice Wilkins ve Rosalind Franklin'di. Bu grup DNA'nın yapısını çözmek için röntgen ışınları olarak da bilinen X-ışınlarını kullanıyorlardı. DNA'nın gölgesini röntgen filmi üzerine çıkarıyorlardı. Franklin 32 yaşında bir biyofizikçiydi ve asıl uzmanlık alanı X-ışını kırınımıydı. 1951 yılından itibaren DNA üzerine çalışmaya başlamıştı.



 Franklin ve Wilkins beklentilerini 51 numaralı filmle elde etmişlerdi. Franklin’in buluşu DNA hakkında önemli gerçekler barındırıyordu. Wilkins, Franklin’in haberi ve izni olmadan 51 numaralı fotoğrafı Watson’a göstermişti. Watson bu anı daha sonra anlatırken şöyle diyordu: “Fotoğrafı görür görmez ağzım açık kaldı ve kalp atışlarım hızlandı.” Çünkü Rosalind Franklin’in elde etmiş olduğu X-ışını fotoğrafları, Watson ve Crick’in düşündükleri modelin ispatıydı. 51 numaralı fotoğraf Watson ve Crick’in teorilerini bilimsel gerçeğe dönüştüren kanıttı.

Watson ve Crick Nature dergisinin Nisan 1953 sayısında, DNA’nın iki zincirden oluşan yapısını açıklayan ve tek bir sayfadan oluşan makalelerini yayımladılar. Watson, Crick ve Wilkins, DNA’nın yapısının açıklanması çalışmalarıyla 1962 yılında Fizyoloji ya da Tıp alanında Nobel Ödülü’nü aldılar, ancak Rosalind Franklin bu ödülün dışında bırakıldı.

Tüm bu anlattıklarımdan sonra benim düşüncelerime gelirsek, Franklin’e insanlık tarihinin belki de en önemli buluşlarından birindeki katkısı göz ardı edildiği için haksızlık yapılmıştır. Franklin 1958 yılında kanserden ölmüş olduğu için Nobel verilemediği de söylenenler arasında ama bana göre o zamanlar bilim dünyası erkek tekelinde olduğu için böyle bir haksızlık yapılmış gözüküyor.

Burada diğer bilim adamlarının katkısını da göz ardı edemeyiz. Zaten bilim koordineli bir şekilde ilerliyor. Watson ve Crick’in hipoteziyle, Franklin’in kanıtı bir araya geliyor ve buluş ortaya çıkıyor. Herşeye rağmen bilim dünyasına kendini adamış insanlar olarak geç olsa da Rosalind Franklin’e hakkını teslim ediyoruz.